TANRILARIN DOĞUMU
Daha evren,evrenle birlike yeryüzü varolmadan önce "Khaos" varmış. Herşeyin karmakarışık ve birbirinin içinde olduğu bir düzensizlik ortamıymış bu "Khaos". Gerçi hiçbir şey belli değildir bu karmaşa ve göz gözü görmemezlikte, ama tanrısal bir düzensizliktir bu yine de. Khaos (Kaos)'tan "Nyks"(Gece) ve "Erebos"(Yer alti Karanlıgı) doğacaktır. Khaos'tan "Gaia"(Yeryüzü,Toprak) dogar sonra. Gaia "Uranos"(Gök)'u, ardından dağları ve sonrada "Pantos"(Deniz)'u doğurur babasız olarak.
Gaia daha sonra kendi doğurduğu Uranosla birleşir. Bu birleşme sonucu altısı erkek altısı dişi Titanlar, Hekatonheirler, Kykloplar doğar. Uranos canavar görünüşlü oğullarından hiç hoşlanmaz, gün ışığına çıkaracağı yerde yerin altına saklar onları. Gaia ise bu durumdan hoşlanmamıştır ve kurtuluş için bir düzen tasarlar. Ak çeliği yaratır, ondan bir tırpan yapar ve oğullarını kışkırtır Uranos'u cezalandırmaları için. Herkes korkar Kronos dışında. Kronos babasının hayalarını keser ve bu kanlı parçaları toprağa atar. Uranos'un kanından yıllar sonra Erinys'ler, Gigant'lar ve orman perileri doğar. Denize atılan parçalardan ise güzeller güzeli Aphrodite yaşam bulur.
Kronos artık evrenin efendisidir. Kardeşlerini yerin altından çıkartır ve kızkardeşi Rhea ile evlenir. Ama yazgıya göre kendi oğullarından biride onu tahtından edecektir. Kronos bu korku ile bütün çocuklarını yutar. Rhea son olarak Zeus'u dünyaya getirir ve Kronos'tan korumak amacıyla Gaia'ya yalvarır. Kızının yalvarmalarına dayanamayan Toprak Ana torununu İda Dağında bir mağaraya saklar. Kronos'ada çocuğu diye taş sarılı bir bezi yutturur. İki peri kız kardeş bebek Zeus'u Ida Dağının ballarıyla beslerler. Amaltheia adındaki keçi onu emzirir. Bu özenle büyüyen çocuk Metis'in yardimiyla Kronos'u kusmaya zorlar ve sonra kardeşlerinin yardımıyla onu tahtan indirir.
Zeus tahta çıktıktan sonra babaları ve amcaları Titanlara karşı amansız bir savaşa girecektir. Gigantlar ve Kyloplar Zeus'a bu amansız savaşında yardım ederler ve Titanlari yenerler. Bunun üzerine Toprak Tanrıca Gaia öç almak için Typhon'u doğurur. Çok yaman bir savaş olur ve Zeus bu korkunç ejderhayı Tartaros'un derinliklerine gönderir. Ama Zeus saltanatını pekistirmek için bir savaş daha vermek zorundadır. Bu savaşta ona Titanlara karşı yardım eden Gigantlar karşı verdiği savaştır. Zeus'un bugüne kadar verdiği en zorlu savaştır bu. Savaş bütün şiddeti ile sürmektedir. Zeus savaşın gidişinden kaygılıdır. Bir bilici ona ölümlü bir tanrı yardıma gelmediği sürece bu savaşı kaybedeceğini söylemişti. Sonunda Athena akil verir ve tanrıların yardımına Herakles çağırılır. Herakles ölümsüz tanrıların hakkından gelmiştir. Zafer kesindir artık. Zeus'un yeri kesindir artık. Ve Zeus evreni kardeşleri ile paylaşır.
ODYSSEIA
Truva savaşından sonra yurduna dönmek için çabalayıp duran Odysseus'un başından geçenler ve onun eve dönüşü sırasında, yurdu Ithakea'da yaşananların anlatımı diyebiliriz.
Odysseia hakkında vurgulanması gereken en önemli şey, bir destandan çok; kurgusu ve anlatım tarzıyla, bir romana hatta bir filme benzemesi. Homeros, Odysseia'da Ilyada'nn aksine, bir olayı değil, bir insanı anlatır. Tekrarlardan kaçınan, yer yer geri dönüşler içeren akıcı bir anlatımı ve modern bir kurgusu vardır.
Efsane 24 bölümde anlatılmış ancak 5 ana destan parçasından oluşuyor:
1. Telemakhia (Bölüm 1-4): Odysseus'un oğlu Telemakhos'un efsanesidir. Truva savaşı biteli neredeyse 10 yıl olmus ama sevgili babası hala yurduna geri dönmemiştir. Bu sırada onun öldüğüne dair söylentiler artınca, Ithaca'nin varlıklı erkekleri, annesi Penelopeia'ya talip olup, hepsi birden Odysseus'un sarayına yerleşmişlerdir. Bunların işi gücü yiyip içip, eğlenceler düzenleyip Odysseus'un mallarını tüketmektir. Bu sırada Penelopeia'nin bir karar vermesini, içlerinden birini seçmesini beklerler. Ancak o, kocasını beklemeye kararlıdır. Bu durumdan son derece rahatsız olan Telemakhos, tanrıça Athena'ya inanır, Odysseus'un öldüğüne dair şüphelerini bir kenara atar ve babasından haber alabilmek için Truva'dan dönmüş olan diğer liderlere onu sormak üzere yollara düşer.
2. Kalypso'nun adasi (Bölüm 5): Tanrıça Athena, Olympos'lu tanrıları bir araya toplar ve 7 yıldır Kalypso'nun adasında tutuklu olan Odysseus'un yurduna dönmesine izin vermeleri için onlari ikna eder. Oysa Su Perisi Kalypso Odusseus'u gerçekten sevmektedir ve kendisiyle kalması koşuluyla ona ölümsüzlügü teklif eder. Ancak yirmi yıldır görmediği güzel karısı Penelopeia'yi unutamayan Odysseus bu teklifi reddeder. Yurda dönmesi için izin çıkınca, kendisine bir sal yapar ve denize açılır. Uzun süren firtınaların ardından Phaiaklarin ülkesinde karaya vurur.
3. Phaiaklarin ülkesi (Bölüm 6-9): Phaiak kralının kızı Nausikaa, Odysseus'u sahilde bulur, ona giysiler verir ve evine davet eder. Odysseus'u iyi karşılayan Phaiaklar ona yurduna dönmesi için yardım edeceklerini söylerler.
4. Odysseus'un maceralari (Bölüm 9-12): Bu bölüm destanın merkezidir. Phaiak'larin kendi serefine düzenledikleri eğlencede, bir ozan Truva savaşını anlatan şarkılar söylemektedir. Bunu duyunca gözleri dolan Odysseus, ona "Neden ağlıyorsun?" diye sorduklarında, "O hikayede bahsi geçen benim" diye cevap verir ve Truva'dan 12 gemisiyle ayrılışını ve üç yıl boyunca denizlerde çesitli tehlikeler atlatıp bütün gemileri ve yoldaslarını kaybedip, Kalypso'nun adasına varışını anlatır. Ardından Phaiaklar onu bir gemiyle Ithaca'ya gönderirler.
5. Ithaca (Bölüm 13-24): Odysseus bir dilenci kılığında domuz çobanı Eumaios'un yanına sığınır. Orada yolculuktan dönen oğlu Telemakhos ile buluşur. İkisi birden taliplerle savaşıp onları öldürürler. Destan, Odysseus ve Penelopeia'nin yirmi yıllık ayrılıktan sonra kavuşmalarıyla sona erer.
Şimdi bu kahramandan biraz daha ayrıntılı bahsedelim isterseniz. Baba Learthes ( ki Odysseus'a sik sik "Learthesoglu" diye de seslenilmektedir.) ve ana Antikleia'nin oğulları olan Odysseus, kuzeybatı Yunanistan civarlarindaki Ithaca adasında doğmuştur. Bir rivayete göre, anne Antikleia, Learthes ile evlenmeden bir gün önce Sispyhos ile beraber olmuştur ve Odysseus, Learthes'in değil Sispyhos'un ogludur; üstün zekası da ondan gelmektedir.
Odysseus'un gençligine dair anlatilan iki sey vardir: Achilleus gibi hekim Kheiron'un yanında geçirdigi süre ve dedesi Autolykos'u ziyareti sirasında katıldığı bir yaban domuzu avında bacağından yaralanması. ( Bu yara izi sayesinde Truva savaşından yıllar sonra yurduna döndüğünde, onu büyüten dadısı Eurykleia onu tanıyacaktır)
Bir süre sonra baba Learthes, oğlunu tahta geçirmiştir ancak bu konuda pek fazla bilgiye sahip değiliz. Ancak Odysseus'un kendine nasıl eş seçtiği birçok kaynakta oldukça ayrintılı bir şekilde anlatılmaktadır. Su perisi Thetis ve Peleus'un düğünlerine davet edilmeyen Nifak Tanrıçası Eris, Athena, Aphrodite ve Hera'nin ayakları dibine bir altın elma yuvarlayıp ortadan kayboldu. Elmanın üzerinde "En güzele..." yazıyordu. Zeus bu üç tanrıçadan en güzel olanı seçmesi için Truvalı çoban Paris'i görevlendirdi. Paris ona zeka ve savasma yetisi teklif eden Athena ile güç ve kudret teklif eden Hera'yi eledi, kendisine dünyanin en güzel kadinini teklif eden Aphrodite'i seçti. Aphrodite ona dünyanin en güzel kadını Helena'yı kaçırması için yardım etti, ve Helena'nin kaçırılışı Truva savaşını başlattı. Bu arada Helena'ya talip olan birçok kişi arasında Odysseus da vardı. Aslında Odysseus Helena'dan çok teyzesinin kızı Penelopeia ile ilgileniyordu. Baktı ki işler kızışıyor, Penelopeia ile evlenmesine izin verilmesi karşılığında, diğer taliplerin Helena'nın babasının seçtigi kişiye karşı ayaklanmamalarını sağlamayı önerdi. Bu öneri kabul edildi, Odysseus Penelopeia'yi, Agamemnon da kardesi Menelaos'a götürmek için Helena'yı aldı. Ancak tam bu sırada Paris gelip Helena'yı kaçırdı. İste o anda kıyamet koptu ve Truva savaşı başladı. Helena'yı geri almak için Truva'ya gönderilecek askeri birlikler toplanırken, Odysseus'u da almaya geldiler. Oysa Odysseus savaşa gitmek istemiyordu; yeni evliydi ve oğlu yeni doğmuştu. Bu yüzden kendisini almak için geldiklerinde deli taklidi yaptı. Sahilde bir öküz bağladığı sabanı sürüyor, kumlara tuz ekiyordu. Ancak kendisini sınamak için sabanın önüne oglu Telemakhos'u koydular ve doğal olarak Odysseus yönünü değiştirdiğinde, zekasının yerli yerinde olduğu ortaya çıktı. Tarihin bilinen ilk asker kaçağı böylece kendini ele vermiş oldu.
APOLLON VE DEFNE
Thessalia’daki Peneus ırmağının kızıdır Defne. Babası ondan torunlar istedikçe, o da yalvarırmış babasına:”Zeus baba nasıl ki Artemis’e sonsuz bakirelik bağışladıysa, sende benden bu lütfu esirgeme babacığım” diyerek. Ondan sonra da ibadete verirmiş kendisini. Ama Apollon vurulmuş yıldızlar gibi parlayan ışıl ışıl gözlerine, dolgun dudaklarına, narin el ve bileklerine. İçi, kıza sahip olam isteğiyle yanıp tutuşmuş.
Ama Defne farkedince Apollon’un arzu dolu bakışlarını kaçıp uzaklaşmak istemiş. Apollon bunu görünce düşmüş kızın arkasına yalvararak:”Dur, kaçma lütfen güzel peri.Aşkım beni düşürdü senin ardına. Koşma da düşüp berelewnmesin nazik bedenin, senin acına dayanamam sonra. Bir dağlı, bir öküz ya da koyun çobanı değil seni kovalayan kişi. Delphoi toprağının, Klaros’un, Tenedos’un, Patara’daki kral sarayının efendisi olarak bilinirim ben. Zeus babamdır benim. Geçmiş, bugün, gelecek biliniyorsa benim sayemdedir bu....” demiş.
Apollon hem böyle yalvarır hem de koşarmış kızın ardından. Kız ise kaça kaça tüm gücünü tüketmek üzereymiş artı neredeyse. Güçlü tanrının soluğunuda ensesinde hissediyormuş. O zaman yalvarmış babası ırmak tanrı Peneu’a.
“Eğer sen bir tanrıysan ve de tanrısal gücün varsa gel benim yardımıma babacığım! Değiştir benim biçimimi bana acı veren bu güzelliğimi benden alarak.”
Daha böyle demesiyle bir uyuşukluk kaplamaya başlamış, kol ve bacaklarını. Yumuşacık göğsü ince bir kabukla örtülmüş, uzun saçları yapraklarla kaplanmış, bacakları kök salmış toprağın içinde. Yüzü görünmez olmuş bu dal ve yaprak yığınları arasında. Ama o güzelliğinin parıltısı hiç kaybolmamış.
Apollon böyle de sevmiş peri kızını. Dallarını okşamış, yapraklarını tutmuş parmakları arasında incitmekten korkar gibi. Bu taze kabukların arasında yüreğinin attığını duymaktaymış hala. Ağacı öpücüklere boğmak istemiş ama dallar kaçmaya çalışıyormuş kendilerince onun dudaklarının dokunuşundan.
“Karım olamadın ama ağacım olacaksın hiç değilse” demiş Apollon. “Taç gibi taşıyacağım seni başımda, lirimi sen süsleyeceksin,ok kılıfımı yine sen. Zafer kazanmışların sen olacaksın tacı. Nasıl ki genç kızlık saçlarına makas zarar vermemişse, yemyeşil yapraklarını kışda dökemeyecektir yere. Her mevsimde güzelliğinin süsü olacaktır yaprakların. Senin adında Defne’dir bundan böyle.”
DEMETER VE KIZI PERSOPHONE
Zeus’nu Demeter ile evliliğinden çok güzel bir kız olan Persephone doğmuştu. Ona “Genç kız,genç bakire” anlamlarına gelen “Kore”de denirdi. Persophone bir ilkbahar günü kendisi gibi genç ve güzel Okeanos kızlarıyla çiçek topluyormuş. O sırada Hades gelmiş oraya. Hades bekarmış. Kronos oğlu Hades bekarmış. Persophone’nin güzelliği karşısında kendisinden geçmiş ve onu kaçırmak için fırsat kollamaya başlamış. Biraz sonrada fırsatı yakalamış. Çiçeklerin güzelliğinden büyülenen Persophone onuda toplasam şunuda toplasam derken bir hayli uzaklaşmış arkadaşlarının yanından.
İşte o zaman görmüş tanrıların bile ürktüğü cehennemlerin tanrısı Hades’i. Korku ve şaşkınlığından donup kalmış öylece. Bundan yararlanan Hades, atmış onu arabasına. Persephone son anda olayları görüp gelen peri kızı Kyane ile birlikte direnmeye çalışmışlar. Ama sonuç alamamışlar.
Kızının kaçırılışını duyan Demeter umutsuzca onu aramaya başlamış. Yeryüzünün her köşesinde aramış Persephone’yi. Ne saçları ıslak Eos ne de Hesperos görmüş onun bir an olsun dur durak verdiğini. Sonunda gide gide varmış Kyane gölünün bulunduğu yere. Kyane güç bela anlatmış kızının kaçırıldığını Demeter’e. Ama nereye götürüldüğünü söyleyememiş. Sonra bir başka peri kızı Arethusa anlatmış olan biteni tanrıça anaya.
O zaman acılı ana Zeus’a yalvarmış kızını Hades’ten kurtarması için. “Kızımız bir zorba karısı olmaya layık değildir” diye sızlanmış. Ama Zeus yatıştırmaya çalıştırmış hem karısı hemde kızkardeşi olan Demeter’i şu sözlerle:
“Hades’in bize damat olmasında hiç bir yüz kızartıcı durum yok. Bütün sıfatları bir yana, onun yalnızca Zeus’un kardeşi olması yeterli bir ayrıcalık değil mi?
Sonrada eklemiş:
“Ama illa da, Persephone göğe dönsün diyorsan o da olacaktır. Ama bir koşulla:Persephone yerin altındayken dudaklarına tek bir yiyecek değdirmemiş olsun umalım. Moira’lar yazgıyı böyle kararlaştırmışlar çünkü.
Ama genç kız yazgıdan habersiz yedi nar tanesi yemişti. Yeraltı ırmağı Akheron’un oğlu Askalaphos bunu görmüş ve yemeyip içmeyip Hades’e anlatmış. Hades’te yasaklamış Moira’ların belirlediği yazgı gereği Persophone’nin yeryüzüne dönmesini. Ama yine de girmiş araya tanrıların efendisi Zeus. Yazgıyı tümden değiştiremese de –Çünkü onun gücü bile yetmez böyle birşeye- bir çözüm bulmuş kendince. Persephone böylece yılın yarısını Cehennemler ecesi sıfatıyla artı kocası olmuş Hades’in yanında, diğer yarısınıda annesi ile birlikte yeryüzünde geçirecekmiş.
ORPHEUS İLE EURYDİKE
Thrakia kralı Oiagros ile Musalardan Kalliope’nin oğludur Orpheus. Güzel sanatlar tanrısı Apollon’un oğlu olduğuda söylenir. Orpheus’un müzik yeteneği öylesine eşsizdi ki çalgısını çalmaya başladığı zaman en yırtıcı hayvanlar yırtıcılığını unutup onun ayaklarının dibinde tanrısal ezgilerini dinlermiş.Eurydike adlı bir kıza sevdalanmış Orpheus. Kızda gönülden tutkuluymuş ona. Ancak birliktae geçirdikleri mutlu günler pek fazla sürmemiş. Günün birinde bir yılanın sokmasıyla öte dünyaya göçmüş Eurydike.
Orpheus günlerce ağlamış karısının ardından. Sonunda dayanamayıp yerin altına inerek ruhlar dünyasının hakan ve ecesine yalvarmaya karar vermiş. Nice engelleri aşa aşa sonunda varmış ölüler ülkesine. Hades’in asık yüzlü hakanıyla ecesini şakrılarıyla yumuşatabilirmiş ancak. Ve tıngırdatmış sazının tellerini. Hades’in kendine özgü yaşamı durmuş, bütün ruhlar dünyası ağlıyormuş. Cehennemin sonsuz azapları bile büyülenmiş bu ezgilerden.Hades ile Persophone’de çok duygulanmış bu tanrısal ezgilerden. Eurydike’yi vermişler Orpheus’a geri götürsün diye.
Ama bir koşul ileri sürdüler: Orpheus, Hades’in yeryüzüne açılan kapısından bakmayacaktı ardı sıra yürüyen Eurydike’ye.
Bir kaç adım kalmıştı yeryüzüne çıkmaya. Ama Orpheus’un içini öyle bir özlemle dolmuştu ki, yeniden ışığı görmek için geçecek birkaç saniyelik zaman yüzyıllar gibi uzak gelmiş ona. Dönüp bakmış geriye ve karısını bir daha görmemecesine kaybetmesi bir olmuş. Yeni’den Hades’e inme ümitleride yok olmuş. Tanrılar izin vermezlermiş ikinci bir kez böyle bir şeye.Orpheus hiçbir kadına ilgi duymamış bir daha. Thrakia’lı kadınlar fena aldılar birgün bu ozanın ilgisini ondan. Birgün parça parça ettiler onu. Kesik başını ve çalgısınıdenize attılar. Kesik baş dalgalar üzerinde salınarak şarkı söyleye söyleye Lesbos’a (Midilli) gitmiş. Sonra bir tapınak yapılmış orada Orpheus için söylendiğine göre.
PYGMALION
Pygmalion adında Kıbrıs’ta bir heykeltraş yaşarmış. Kadınlardan nefret edermiş. Evlenmemiş de var gücüyle kendini sanatına vermiş. Günlerden bir gün fildişinden bir kadın gövdesi yontmuş. Öylesine olağanüstü bir güzellik vermiş ki heykeline bir ölümlü bile bu kadar güzel olamazmış. Gören canlı sanıyormuş onu, nerdeyse canlanıp yürüyecekmiş.
Ve sonunda kendi yaptığı bu cansız gövdeye aşık olmuş Pygmalion. Onun karşısına geçtikte yüreğinden alevler fışkırıyormuş. Bu yapma bedene hayran hayran bakıyormuş. Onun o kadar canlı olduğuna inanıyordu ki onu öpüyor, kokluyor sanki kendisine karşılık vereceğini hayal ediyormuş. Kimi zaman okşuyor onu, kimi zaman da boynuna binbir renkli kır çiçeklerinden, deniz kabuklarından yapılma gerdanlıklar takıyormuş. Kulağına inci küpeler, parmaklarına değerli taşlardan yapılma yüzükler takıyormuş.. Kimi zaman da giysiler giydiriyormuş eserine. Çıplak da giyimli de yakışıyormuş ona.
Aphrodite bayramları kutlanacakmış yine o günlerde. Bütün Kıbrıs akın ediyormuş bu şenliklere, tanrıçanın tapınağına. İnekler kurban ediliyor, buhurlar yakılıyormuş adına. Pygmalion’da tapınağa gelenler arasındaymış ve yalvarmaktaymış titrek bir sesle.
“Ey tanrılar ve tanrıçalar! Her şeyi gerçekten bağışlamaya gücünüz yetiyorsa, benim de dileğimi yerine getirin! Şu fildişinden yapılma kıza benzeyen bir eşim olsun benim.”
Şu fildişi kız benim eşim olsun diyecekti ama o kadarına cesaret edememişti. Pygmalion eve döndüğünde fildişinden heykeli sardı ve bir öpücük kondurdu yüzüne. Dudakları fildişinin soğukluğuna değil de ılık bir ete değmiş gibi oldu. Elleriyle göğüsünü yokladı sanki fildişi yuşamıştı. Parmaklarını dokundurunca damarlarının attığını duydu. Bir daha sarılıp öptü kızı. Artık kuşkusu kalmamıştı. Heykel canlanmıştı. Fildişinden cansız bir heykel değil, etiyle canıyla bir genç kızdı o artık.
Pygmalion sevgisiyle ruh vermişti cansız heykele. Sevginin gücüydü bu mucizeyi yaratan.
ATHENA
Bir adı da Palas olan Athena, Baş Tanrı Zeus'un çok sevdiği bir kız idi. Zekâ tanrıçası Athena'nın doğumu oldukça gariptir. Annesi akıllı Metis (Hikmet)'ti. Efsaneye göre Baş Tanrı Zeus, Metis'i yutmuş, yani kendi içine atmış ve onu kendisinin bir parçası yapmıştı.
Akıllı ve zeki Zeus Metis'i uzun süre kafasının içinde taşıdı. Ondan kurtulma zamanı gelip çatınca demir ve ateş tanrısı Hephaistos'u çağırdı. Ona "Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor, artık dayanamıyorum. Alnıma hızla keskin baltanı vur. Korkma sen emrimi yerine getir, ben başıma ne geleceğini biliyorum." dedi.
Hephaistos, Baş Tanrıya karşı gelmeye cesaret edemedi ve baltasını Zeus'un alnına indirdi. O anda yarılan yerden zafer çığlıkları atan güzel bir kız çıktı ve dans etmeye başladı. Tepeden tırnağa kadar silahlı idi. Başında altın bir miğfer kıvılcımlar saçıyordu. Parlak bir zırh, bütün vücudunu kaplamıştı. Elinde ise yepyeni bir mızrağı sallıyordu. Bu hali gören bütün ölmezler hayret ettiler, şaşırdılar.
Güneş bile onu görüce ne yapacağını unuttu, atlarının dizginlerini çekti, arabasını göğün boşluğunda bekletti. Büyük Olympos dağı bu yeni Tanrıça'nın doğuşu ile sarsıldı. Toprak'tan müthiş bir gürültü çıktı. Denizler kabarmaya dalgalar coşmaya başladı.
Zeka ve aydınlık tanrıçası olan Athena, aynı zamanda savaş tanrıçası da sayılırdı. Savaş gürültülerini ve silah seslerini uyandırmasını ve canlandırmasını da isterdi. O, Yunanlılar için yenilmez bir kavgacıydı, cesareti başka hiç bir tanrı ile kıyaslanamazdı. Onun cesareti kurnazca, yiğitliği sessizce idi. O, gösteriş ve yaygarayı sevmezdi.
Athena, kabalık ve her türlü zulümden iğrenirdi. Temiz kalpliydi. Adaletten hoşlanırdı. İyi ve akıllı insanların yardımına koşmak adetiydi.
Bir gün çok beğendiği, sevdiği cesur Tydeus, çok uzun süren bir savaşta ağır yaralanmış ve yere düşmüştü. Athena, babası Zeus'a ona yardımcı olması, acıması için yalvardı. Babasından, bu cesur savaşçıya ilaç götürmek onu ölümsüzler arasına katmak için izin istedi. Zeus, bu istediğini kabul edince derhal yeryüzüne, savaş meydanına indi. Fakat Tydeus'un yakaladığı düşmanından korkunç bir biçimde intikam almakta olduğunu gördü. O, kendisine getirilen düşmanın kemiklerini kırıyor, kafasını eziyor, sonra bir barbar gibi kafatasının içinden çıkan beynini yiyordu.
Athena, bunu görünce ondan iğrendi. Yardımına koştuğu savaşçıya sırtını dönerek onu kendi kaderiyle başbaşa bıraktı. Barbarca davranışıyla yardımı hak etmediğini göstermişti.
Zeka tanrıçası Athena, bazen yeryüzüne iner, savaşlara katılırdı. Yunanlılar, Medyalılara karşı savaştığında küçük ordularını Athena idare etmişti. Bu yüzden bir avuç insan, barbarların çok kalabalık ordusuna karşı büyük bir zafer kazanmıştı.
Athena, aynı zamanda şehirlerin bekçisi ve koruyucusuydu. Sevdiği şehirlerin kalelerinde, surlarında canla başla savaşırdı. Yalnız savaşları sevmezdi, barışları da severdi, barışın nimetlerini, medeni hayatın güzelliklerini, zafer kazanan kralların kalplerine sokardı. Bu yüzden medeniyetle ilgili her şeyin koruyucusu sayılırdı.
EROS
Eros, annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını ya da sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır, geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı.
Eros'un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendisi de bir güzele aşık oldu.
Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyorlar ona tapınıyorlardı. Aphrodite, bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros, annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu.
Psykhe'yi bulduğunda, çok gururlu olan ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe'nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu.
Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray, bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Eros, gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu.
Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe'nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu; gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş ya da mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvarsa da fayda etmedi. "Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın" dedi Eros, "Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu ya da kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev, senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma."
Psykhe de bunu kabul etmiş, Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Birlikte çok mutluydular ancak Psykhe'nin kızkardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar. Bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikanlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmazdı dediler ve ona gece Eros gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.
Psykhe, merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros, her şeyden habersiz saraya dönmüş, kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı.
Psykhe, Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros'un yakışıklılığı dünyadaki başka hiç bir erkekle kıyaslanamazdı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe'nin ona duyduğu aşk daha da arttı.
Sevdiğini alnından öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı.
Eros'un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü. Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi ama bir türlü Eros'un izine rastlayamadı.
Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite'in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başladı. Zavallı Psykhe, sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu.
Bir gün Eros'un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos'a gitti. Zeus'un ayaklarına kapanıp Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus, onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes'e Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti. Psykhe, tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.
ZEUS
Kronos ile Rhea'nın evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk dünyaya geldi. Babası Uranos'u öldürüşünü unutmayan Kronos, kendisinin de oğullarından aynı karşılığı göreceğinden korkuyordu. Bu yüzden karısının her yeni doğurduğu çocuğu yutup, karnında saklıyordu.
Rhea, yalnız Zeus'u onun elinden kurtarabildi. Tanrıça, gecenin karanlığından faydalanarak çabucak koşup Girit Adası'nda İda Dağı'nın tepesine çıktı. Çocuğunu da beraber götürmüştü. Gaia, çocuğu aldı ve onu bir mağaranın dibine sakladı.
Rhea, kocaman bir taşı kundak bezlerine sarıp Kronos'a verdi. Kronos bu taşı da hemen yuttu, oğlunun dünyada yaşadığını bilmiyordu. İlerleyen zaman içinde oğlu büyüyüp yenilmek nedir bilmeyecek, sıkıntı nedir duymayacak, gücü ve kuvveti ile babasını kendisine boyun eğdirecek, onun bütün imtiyazlarını, şan ve şerefini elinden alacak, onun yerine bütün ölmezlerin başı olacaktı.
Gerçekten Zeus, ormanların sık dalları arasında büyüdü; keçi sütünü emdi; bağırmalarını babası duymasın diye Kuretoslar da onun başında kalkanlarını çarparak gürültüler çıkardılar.
Olgunluk çağına gelince saklandığı mağaradan çıktı. Kronos'u yuttuğu tanrıları ve taşı çıkarmaya zorladı. Sonra onu gökten kovup dünyanın ta dibine, yerin ve denizin alt tabakasının daha da altına attı.
Zeus, karısı Hera, çocukları, kardeşleri ve öbür tanrılarla birlikte Olympos Dağı'na yerleşip saltanat sürmeye başladı. Fakat bu sefer de karşısına; Gaia ile Uranos'un Othrys Dağı'na yerleşmiş oğulları Titanlar çıktı. Her iki taraf, ellerine kocaman kayalar alıp savaşmaya başladılar. Titanlar, Pelion Dağlarını Ossa Dağı'nın üzerine yığarak Olympos'a tırmanmaya çalıştılar. Savaşın gürültüsünden gökler, yerler, denizler sarsıldı, Tartaros yani cehennem bile o yaygara ile çalkalandı. Fakat Zeus'un Tanrısal silahına, yıldırımına hiçbir şey dayanamadı.
Bereketli toprak titreyerek yanıyor, her şey kaynıyordu. Yerler parçalandı, dağlar eridi ve Titanlar yenilerek Tartoros'a atıldılar. Hepsi de zincirlere vuruldu ve üzerlerine üç yüz kaya yuvarlandı.
Helland, toprağı, yüksek dağları, derin uçurumları ile karmakarışık bir manzaraya sahipti. Eski Yunanlılar, bunu Zeus'un Titanlarla olan savaşına bağlar. Bundan sonra ilk zamanlardaki karışıklık sona erdi. Kâinat düzen buldu. Tabiatın kaba, vahşi ve kör kuvvetleri; Tanrısal zeka tarafından yenilmiş ve emir altına alınmış oldu.
Sunday, March 11, 2007
Yunan Efsaneleri
Labels:
APOLLON,
athena,
balkan türk,
ODYSSEIA,
ORPHEUS,
osmanlı balkanları,
tanrılar,
Yunan Efsaneleri,
Yunan Medeniyetleri,
zeus
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment