Saturday, March 10, 2007
Osmanlı İmparatorluğu'nda Düğün
Osmanlı İmparatorluğu'nda düğün bir törendir, bir ritüeldir. Osmanlı kitap sanatı içinde de düğün kitapları ayrı bir yer tutar. İslam dünyasında "şehname", "hamse" gibi diğer kitap türleri vardır, ancak düğünleri konu alan "surname"ler Osmanlı'ya hastır. Pek çok surname yazılmışsa da resimli örnekler bir iki tanedir. Bunlardan 1582 tarihli olanı, III. Murad'ın şehzadesi için yapılan ve 55 gün süren düğünü anlatan, 400 küsur resme sahip kalınca bir kitaptır. İntizami adlı bir şair tarafından metni yazılmış, o zaman saray nakkaşhanesinin başında bulunan Üstad Osman ve ekibi tarafından resimlenmiştir.
1720 tarihli ikinci resimli surname ise, III. Ahmed dönemine aittir. Seyyid Vehbi'nin düz yazı biçiminde yazmış olduğu eserde arada şiirler de vardır. Eser iki adet resimli nüshaya sahiptir; biri Nakkaş Levni tarafından resimlenmiş ve sultana sunulmuştur, diğerinin ise, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'ya sunulduğu tahmin edilir ve Nakkaş İbrahim tarafından resmedilmiştir.
Çalgı, dünya üzerinde var olan her kültürde birbirine çok benzer şekilde biçimlenmiştir. Ancak buna rağmen çalgıyı malzemesi ve biçimi ile seslendirilmesi olmak üzere iki farklı açıdan ele almak daha doğrudur. Malzeme ve biçim daha maddi, seslendirme ise daha kültüreldir. Bunun tipik örneği kemandır. Pek çok kültürde olmasına rağmen, 18. yüzyılda batılıların tabiriyle "Viola d'Amore" yani, "sine kemanı" adıyla Osmanlı dünyasına da girmiş, ama burada batıdakinden farklı tını ve üslupta icra edilmiştir. Batı müziğinden bizim kültürümüze geçen çalgılardan klarinet de değişikliği uğramış, Osmanlı dünyasında, keman gibi, farklı tını ve üslupta kullanılmıştır. Artikülasyon, yani "eklemleme"yle ilgili olarak, bir şarkının biçimlenmesi, seslenebilir hale gelmesi ifade edilmek istenen duyguyla şekillenir. Akciğerlerimizde oluşan havanın, dilimiz, damağımız ve ağız boşluğumuzda şekillenerek "a" harfini çıkarması gibi; her şey "a" harfini oluşturabilmek içindir. Çalgı da böyledir. Kemençe, tambur, ney gibi çalgılar Osmanlı müziğine göre biçimlenmiş çalgılardır. Osmanlı çalgıları zaman içinde başka kültürlere ait çalgılarla da etkileşime girmiştir.
Düğün söz konusu olduğunda eğlenceden de söz etmek gerekir. Eğlence kavramı, insanların yaşayış tarzına, kültürüne, dünyaya bakış tarzına göre değişir. 1720 tarihi, aynı zamanda Lale Devri'nin de başlangıcıdır. Lale Devri, tarihte zevk ü safa, eğlence dönemi olarak geçer; ancak en önemli özelliklerinden biri de çok entelektüel bir devir olmasıdır. Dönemin vakanüvislerinden Raşit Efendi'nin veya Çelebizade Asım Efendi'nin tarihine bakıldığında, on günde bir veya haftada bir sadrazamın sultanla birlikte Boğaz'daki, Haliç'teki köşklerden birine gitmeleri, orada bir hafta-on gün helva sohbetleri yapmaları gibi olaylar anlatılır. Bu tür meclislerde mutlaka önemli ve ciddi konular da konuşulurdu; edebiyattan bahsedilir, dönemin ünlü müzik adamlarıyla sohbet edilirdi, müzik icra edilirdi. Bu düğünler de bir anlamda, bu meclislerin süre olarak uzatılmış ve halka yayılmış tekrarı niteliğinde düşünülmelidir.
Surnameleri inceleyen tarihçi ve sanat tarihçilerinin yorumu, bu düğünlerin hem bir olayı kutlamak hem de toplumda bir gevşeme yaratmak amacıyla düzenlediği yönündedir.
Surname-i Vehbi'deki minyatürlerden birinde, rakkasların ve çengilerin dansına, def, nakkare ve zurnadan meydana gelen çalgı gruplarının eşlik ettiği görülür. Çalpara dediğimiz, çengilerin, rakkasların elinde tuttuğu iki tane çubuğu birbirine vurarak çaldıkları alet, geç Hitit döneminde Kargamış'taki bir kral burcunda da görülür. Hititli taş ustası ile Osmanlı nakkaşının aklından geçenlerin aynı şeyler mi olduğu tamamen ayrı bir konudur, ancak ikisi arasındaki benzerlik ilgi çekicidir.
Anadolu'nun batısından çalparaya benzeyen ancak biraz daha farklı bir çalgı aletinde, iki adet bronz zile benzeyen iki çalgı birbirine vurulur. İki metali birbirine vurarak ses çıkarmak önemli bir buluş değildir aslında; ritmik bir ses çıkarmak isteyen kişi mutlaka iki cismi birbirine vuracaktır. Ancak arketip nesneler konusu ilginçtir; Kültepe'de bulunmuş olan bronz zil MÖ 2. bine aittir ve Kayseri Müzesi'nde sergilenir. Bugün bu zilin bir benzerini Kapalıçarşı'dan satın almak mümkündür, arada hiçbir fark bulunmamaktadır.
Uzun saplı çalgılar, organolojinin (enstrüman bilimi) dikkat çekici konularından biridir. Genel olarak organologlar, uzun saplı çalgıları �mesela bizim çaldığımız tamburu� Türklere bağlarlar. Eski Mısır'da da benzer çalgılar kullanılmıştır. Eski Mısır, çengi veya arpı bildiğimiz kadarıyla ilk kullanan uygarlıktır. Dolayısıyla, uzun saplı çalgılar Anadolu'da, Mısır ve Mezopotamya'da her zaman var olmuştur. Aralarındaki farkı çalınma tarzlarında, tınılarında aramalıdır.
Çankırı yakınlarından, MÖ 16. yüzyıla ait İnandıktepe vazosunda, dört friz üzerinde hieros gamos denen kutsal bir düğün anlatılır. Bütün kültürlerde evlenmenin kutsal bir anlamı olmuş ve nikah dinle bir ilişkilendirilmiştir. Alt frizde düğün için içkilerin, yiyeceklerin hazırlanması ve düğün yerine taşınması yer alır. Ancak bu frizde bizim asıl dikkatimizi çeken çalgılardır; bu çalgıların bir düğün töreninde kullanılıyor olmasıdır. Çalgılardan biri olan "zil" veya Osmanlıların deyimiyle "halile", birbirine çarpılan iki tane zilden oluşur.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment